Hiçbir şey gerçek değildir, her şeye izin verilmiştir.
-Hasan Sabbah (1034-1124)
HASAN SABBAH KİMDİR ? BİR CANİ Mİ ? YOKSA BİR DAHİ Mİ ?
Tam adı Hasan bin Ali bin Muhammed bin Cafer bin Hüseyin bin Sabbah el-Hamari’dir. Tarihin en gizemli adamı olan Hasan Sabbah, İran’ın On İki İmam Şiiliği’nin kalesi olan Kum kentinde doğup, Alamut Kalesi‘nde ölmüştür. Ailesiyle birlikte Rey kentine göç ettiklerinde dönemin en iyi okullarında okumuş , orada Şii mezhebinin önde gelenleri ile bağlantı kurmuş ve Şii mezhebini benimsemiştir. Kendi otobiyografisinde 17 yaşına kadar sürekli bir bilgiyi araştırdığını ve bir âlim olmak istediğini söylemiştir. Aynı zamanda o dönemde birçok vakanüvis onun keskin zekâsının yanında, astronomi, büyü, aritmetik ve daha birçok alanda bilgili bir kişi olduğunu söylemiştir. Tarihte ve günümüzde eşi benzeri olmayan bir Alevi önderidir. Hasan Sabbah, kurduğu örgüt ile yıllarca zalimlerin, saltanat sahiplerinin korkulu rüyası olmuştur. Bilgisini ve tecrübelerini arttırmak için şehirleri dolaşan Hasan Sabbah, dini bilgisini daha çok arttırmak için o dönem Fatımi’lerin hakim olduğu Kahire’ye de gitmiştir. İran’a geri dönen Hasan Sabbah Büyük Selçuklu Devleti’nde işe başlamak üzere o dönem devletin veziri olan Nizamülmülk‘ün emrine girmiştir. Gözü yükseklerde olan Sabbah’ın zekası ve yaptığı çalışmalar sarayda dikkatleri onun üzerine çekince bu Nizamülmülk‘ü rahatsız etmiş ve saray içinde Hasan Sabbah‘a türlü türlü komplolar düzenleyerek saraydan kovulmasına sebep olmuştur. Mısır’a kaçan Sabbah, haşhaşın etkilerini öğrenmiş ve oradan Suriye’ye geçmiştir.
Herkesin öyle bildiği ama doğruluğu henüz kanıtlanamayan bir iddiaya göre, Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah birlikte aynı dönemlerde öğrencidir ve birbirleriyle çok yakın dost oldukları söylenir. Ama bu söylencenin doğru olduğu konusunda günümüze kadar kesin kanıtlara ulaşılamamıştır çünkü, Nizamülmülk ile Hasan Sabbah arasında yaklaşık 30 yıllık yaş farkı vardır ve bu söylencenin doğru olabilmesi için üçünün de Nişapur’da okumuş olması gerekmektedir. Bildiğimiz gibi Hasan Sabbah öğrenimini doğduğu kent olan Kum’da ve daha sonra Rey’de yapmıştır. Bu konuda başka bir söylence ise, Hasan Sabbah’ın, yakın arkadaşı olan büyük şair ve astronom Ömer Hayyam ile bir sohbeti sırasında Hayyam’ın ona, “Bu insanlar cennet için yaşıyorlar, ancak onlara bir cennet verebilirsen onları yönetirsin” sözünden çok etkilendiği ve bu sözden sonra hayatının değiştiği, tarihe adını kazıtacak şeyler yaptığı söylenir. Hemen dini çalışmalarını hızlandırıp ”Kartal Yuvası” olarak adlandırılan Alamut Kalesi‘ni ele geçirmek isteyen Sabbah, kimsenin aklına gelmeyecek bir strateji ile kaleyi savaşmayarak hiç kan dökmeden almıştır.
ALAMUT KALESİ
KALE NASIL ALINDI ?
Kale, o sıralar Selçuklular’dan burayı almış olan Zeydiler’den Alevi Mehdi’nin elindedir. Hasan Sabbah, bölge halkını ve Alamut’ta yaşayanları kendi cephesine doğru çekmeye başladıktan sonra, 4 Eylül 1090 tarihinde gizlice kaleyi almayı başarmıştır. Bazı İranlı tarihçilere göre; Mehdi’ye 3.000 dinar altın değerinde bir senet verdiği de söylenmektedir. Bir başka rivayete göre de şöyledir: Alamut Kalesi’nin kumandanına bir dananın derisinin çevreleyeceği yer kadar toprak karşılığında 2.000 altın vadetmiştir. Kumandan teklifi oldukça makul bulup kabul etmiştir. Bunun üzerine Hasan Sabbah dananın derisini santim santim kesip kalenin dar geçişini kapamış, “Kale benimdir .” demiştir. Rivayetlere göre kale, Deylem krallarından biri tarafından inşa edilen kaleye Kral, kartalını salmış ve kartalın konduğu yere bir kale yaptırmıştır. Bu nedenle Alamut Kalesi’ne “Kartal Yuvası (Öğretisi)”, bazı kaynaklara göre de “Cezalandırma Yuvası” denilmektedir. Hasan Sabbah kaleyi aldıktan sonra rivayete göre 34 sene boyunca asla kaleden çıkmamıştır hatta kalenin diğer odalarını bile çok az ziyaret ettiği söylenmiştir.
Alamut Kalesi‘nin arkasındaki bahçeleri bakım yaparak kusursuz bir hale getiren Sabbah, köle pazarlarından aldığı güzel kızları o bahçelere yerleştirmiş ve huri olarak yetiştirmeye başlamıştır. Fedai olabilecek fiziki potansiyele sahip erkekleri de askeri dehası ile onlara büyük irade kazandıracak ölümcül dersler vermiştir. Daha sonra onun sözde İsmaili harekatına engel olabilecek ve önüne çıkan herkesi ortadan kaldırabilmek için Çoğu kaynakta yazdığı gibi ”Haşhaşi” diye adlandırılan fedailerine kendisinin Allah’ın bir peygamberi olduğunu söyleyerek onları istedikleri zaman cennete götürüp gösterebileceğini söylemiştir.Bazı kaynaklarda ise Haşhaşi tarikatı olarak bilinen tarikatın müritlerine “bekçiler, sır bekçileri” anlamına gelen “Fedayin” de denildiğini yazılmıştır. Kurduğu bu tarikatın, Arapça’da “kuru ot” ve “hayvan yemi” anlamına gelen, ama zamanla uyuşturucu etkisi gösteren hint keneviri ile özdeşleşmiş olan “haşhaş” alışkanlığı olduğundan değil; haşhaşın farklı amaçlarla (cennet vaadi gibi) kullanıldığı için tarikatın bu ismi aldığını düşündüğünü söylemiştir. Söylediği cennet sözünün gerçekliğini kanıtlamak için ince bir zekaya sahip olan ve önüne çıkan bütün ihtimalleri değerlendiren Sabbah, bu konu içinde elbet bir şey düşünmüştü. Aralarından başarılı birkaçını seçip cennete götürmek vaadiyle haşhaş vererek onları kalenin arkasındaki kusursuz bir şekilde hazırladığı o bahçelere götürmüştür. Orada yarı baygın ve kendinden geçmiş bir halde gördükleri harika bahçelerin ve güzeller güzeli hurilerin büyüsüne kapılan fedailer asla sarsılmayacak güçlü bir inanç ve imanla dönmüş, gidemeyenleri de büyük bir şevkle anlattıkları o güzel bahçelere ve hurilere inandırmıştır. Artık tek amaçları ölmek ve cennete kavuşmak için yaşayan fedailerine istediği her şeyi yaptırabilecek güçte olduğundan emin olan Hasan Sabbah, birbiri ardına suikastler düzenlemiş ve hepsinde de başarılı olmuştur. Hasan Sabbah kendi yarattığı inanca ve imana tıpkı fedailerin ona kör olacak bir şekilde bağlı olduğu gibi inanıyordu. Öyledir ki ona her konuda destek olan ve fikirlerine önem veren yakın arkadaşı Hüseyin Alkeyni‘yi öldürdüğü için kendi öz oğlunun bile kellesini almıştır. Hasan Sabbah sadece kendi döneminde Büyük Selçuklu ve Abbasi devletine karşın yetiştirdiği haşhaşiler ile 50 ye yakın suikast gerçekleştirmiştir. Bu kadar zalim görünen bu önder aslında birçok iftiraya maruz kalmış olmakla birlikte kalesinde herhangi bir haşhaşa dair belirti olmadığını söyleyenlerde vardır. Hasan Sabbah, bütün yaşamı boyunca İsmaili inancının özgürce yaşanması için çalışmış ve bu noktada başarılı olmuştur. Bugün dahi onlarca kişi Hasan Sabbah’ın yaptıklarını hayranlık, şaşkınlık ve gıpta ile değerlendirmekteler.
HAŞHAŞİLER
Hayatı boyunca çelişkiler yaşamış olan Hasan Sabbah yaşadığı süre içinde Allah’a inanıp inanmamak arasında gidip gelmiş ve yaptığı her suikast anında O’ndan bir işaret beklemiştir, fakat olmamıştır. Ve tüm bu yaptıklarının kendince sebebi, yalnızca budur: “Allah var mı?” sorusunu her zaman kendine sormuştur. Hasan Sabbah’ın kurmuş olduğu bu haşhaşilik tarikatının müritleri, kendi çağlarında bir çok Selçuklu devlet adamına suikast düzenlemiş ve amacına ulaşmıştır. “Suikast”kelimesinin İngilizce karşılığı olan “Assasinate” kelimesi bu tarikatın isminin İngilizce’deki karşılığıdır. İlk kez Haçlı Seferleri’nde kullanılan “suikastçı, kiralık katil” anlamına gelen “assasini, assissini, heyssisini” kelimelerinin Arapça kökeninin “haşhaş” olduğunu dile getirmiştir. Günümüzde Hasan Sabbah’ın tarihteki bu rolünden esinlenerek yapılmış Assassin’s Creed adlı bir savaş oyunu vardır.
Nizamülmülk seneler sonra kaleyi 4 kez kuşatmayı denemiş ama başarısız olmuştur. Daha sonra çadırında oturan Nizamülmülk bir haşhaşi tarafından suikaste kurban gitmiştir. Bu olaydan sonra Hasan Sabbah ,“tarihin ilk siyasi cinayet azmettiricisi” olarak dile gelmiştir.
Hasan Sabbah bir gün kalesine gelen misafirlere hem gösteri olsun diye hemde müridlerinin ona ne kadar bağlı olduğunu göstermek için tepede bulunan 3 fedaisine kaleden aşağı atlamalarını emretmiş ve fedailer bu emrin üzerine tereddüt dahi etmeden kaleden aşağı atlayıp intihar etmişlerdir. Tarikatta haşhaş kullanıldığına dair kanıt niteliğinde en çok verilen örneklerden biri budur. Hassan Sabbah katı tutumu onların birer keşiş gibi yetişmesine sebep olmuştur. Çünkü böyle bir şeyi ayık olan kimsenin yapamayacağı düşünülmüştür fakat bazı kaynaklarda ve Ömer Hayyam‘ın da notlarında yazdığı üzere, Alamut Kalesi’nde haşhaş yasaktı ve söz edildiği gibi haşhaş tüketilmiyormuş.
”Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de, sultanın yumuşacık göğsüne saplansın!”
Melikşah’ın ölümünden sonra tahta geçen yeni hükümdar Sultan Sungur, İsmaililer’in üzerine ordu göndermeye hazırlanıyorken, bir sabah başucundaki yastığına saplanmış bir hançer bulur. Ertesi gün saraya bir elçi gelerek Sungur’a bir mesaj verir. Mesajda şöyle der: “Ben istemez miydim ki o hançer sert taşa değil de, sultanın yumuşacık göğsüne saplansın! Bizimle uğraşmaktan vazgeç.” Hançeri saplayan, Hasan Sabbah’ın yetiştirdiği ve saraylara sattığı cariyelerden biridir. Hasan Sabbah’ın güzel kadınları, bir yandan saraylarda cariyelik sıfatı ile dururken diğer yandan, şeyhlerine hizmet ediyorlardı. Sultan Sungur, Hasan Sabbah’la baş edemeyeceğini anlayınca kendisini geri çekmiştir.
ALAMUT’UN GÜÇLÜ FEDAİLERİ
Fedailer yalnızca Hasan Sabbah’a olan bağlılıkları ve sadakati ile değil; aynı zamanda güçlü savaşçılar olmaları ile de ün salmışlardır. Hasan Sabbah’ın kendisininde çok güçlü bir savaşçı olmasının yanında, müritleri de çok ağır imtihanlardan geçmişlerdir. Ancak bu ölümcül dersleri alarak fedai olabiliyorlardı. Savaş stratejileri dışında İslam, güzel sanatlar, tarih ve astronomi gibi alanlarda da eğitimler gören haşhaşiler, rivayete göre; Hasan Sabbah’ın emriyle, nefeslerini bilinçlerini kaybedinceye dek tutarak dayanıklılıklarını güçlendirmiş, vücutlarına hakim olmayı öğrenmişlerdir. Aynı zamanda onlar için bir tehdit unsuru olan Büyük Selçuklu’yu savaşmadan dahi gönderebilecek bir üstünlüğe gelmişlerdir. Rivayet’e göre Hasan Sabbah‘ın kendine ait olan kabul odasının zemininde dar ve derin bir kuyu vardır. Fedailerden biri o kuyuya girerek boynu ve başı gözükecek şekilde oraya dikilir ve inandırıcı olması için üstüne kan dökülürmüş. Yeni gelen mürit odaya girdiği an bu yerde duran baş dile gelir ve cennetin güzelliklerinden oraya gittiğinden bahsedermiş. Sonra kuyudaki fedainin başı gerçekten kesilirmiş. Acemi müride isteseler bu fedaiyi yeniden canlandırabileceklerini söyleyerek onu etkilemişlerdir. Anın gerçekliğine kapılan ve cennet vaadi ile etkilenen mürit bir an önce Alamut Kalesi fedaisi olup haşhaşi ordusuna katılmak istermiş. Fedailer cinayetlerini herkesin görebileceği halka açık bir yerde kurbanlarının boynuna zehirli bir hançer saplayarak öldürürlermiş. Yakalanan hiçbir fedai olmamıştır çünkü fedailer kurbanlarına sapladıkları zehirli hançeri sonra kendilerine saplayarak intihar etmişlerdir.
TAPINAK ŞÖVALYELERİ
Alamut’a gelerek, burada Hasan Sabbah’ın kurduğu bu dahiyane sistemi görünce hayran kalanlar, bu örgüt hakkında ilk ağızdan bilgiler dinleyerek aynı sistemi kendi kuracakları topluluk için kurmaya başlamışlardır. İsmaililik’i mezhebini büyük bir titizlikle ve derinlemesine incelemeye başlayan Katolik kilisesinin etkilerinden uzaklaşan Templiyerler, zamanla Hasan Sabbah’tan örnek aldıkları gibi güçlü bir örgüt kurarak tüm Avrupa’ya yayılmışlardır. Tıpkı İsmailiye gibi, beyaz dışında kırmızı rengi de kendilerini tanımlamak için kullanmışlardır.
HASAN SABBAH’IN BİTİŞİ
1124 yılının Mayıs ayında hastalanarak yatağa düşen Hasan Sabbah, öleceğini tahmin ederek kendinden sonra gelen kuvvetlerini yönetmesi için Lemeser Kalesi komutanı Kiya Buzrug Ummidi halefi olarak seçti. Ebu Ali’yi de misyonerlik faaliyetlerinin başına geçiren Hasan Sabbah, Kasranlı Adem’in Oğlu Hasan’ı ve Kiya Ebu Cafer’i de yanına alarak, halefi konusundaki buyruğunu vermiştir. 23 Mayıs 1124 tarihinde ise bir devrin tarihine ismini yazdırarak hayata gözlerini yummuştur. Hasan Sabbah’ın ölümünden sonra liderliğinin de haliyle sonu olmuştur çünkü Hasan Sabbah‘tan sonra Alamut eskisi gibi olmamıştır. Sabbah keskin zekalı, becerikli, aritmetik düşünebilen bir lider olmasının yanında astronomi ve büyü gibi alanlarda da kendini geliştirmiş yetkin biri olarak bilinirdi.
ALAMUT KALESİ’NİN YIKILIŞI
Alamut Kalesi’nin yıkılması, 1256 yılında Moğol hükümdarı Hülagu-Han tarafından gerçekleşmiştir. Bu kuşatmaya yaklaşık 300 bin Moğol askerinin katılmıştır aynı zamanda bazı tarih kaynaklarında da bu şekilde geçmektedir. Alamut Kalesi‘nin son komutanı olan Rükneddin Hür Şah‘ın teslim olduğu, buna rağmen sonrasında öldürüldüğü de tarih kitaplarında geçen bir diğer bilgilerdendir. Kalenin alınması konusunda ki hususlar, kalenin altına patlayıcı yerleştirmek için tüneller kazarak ve yanıcı maddeler koyularak kalenin yıkıldığı kanısını hakimdir. Bununla beraber Dünyanın en geniş kitap arşivlerinden birine sahip olan Alamut Kütüphanesi’ndeki kitapların büyük kısmının yok olduğu söylenmektedir.
ALAMUT KALESİ’Nİ ZİYARET EDEN ÜNLÜ TARİHÇİ İLBER ORTAYLI’DAN; HASAN SABBAH
TUNCEL KURTİZ’DEN BİR HASAN SABBAH HİKAYESİ
Yorumlar 1
Başarılı